benden öte...

ÖMER FARUK EREN

İstanbul 2010



Bırakırsan ellerimi düşerim kimsesizliklere… Kimse anlamaz beni bir daha, tutanda olmaz ellerimden bir daha… Ne acıdır yaşadıklarımız, birbirimize söylediklerimiz. Aslında söyleyemediklerimiz daha acı. Hayat ise nereden eserse rüzgâr, oraya savurur ağaçtan isteksizce düşen yaprak misali. Ağaç mı istememiştir acaba o yaprağı? Yoksa doğanın kanunu bu mu? Tabi ki doğanın kanunu, ya biz? Ya biz baba, neden böyle olduk. Dersen ki buna doğanın kanunu o zaman yaprağı da ağaç istememiştir. Doğanın dengesi bozulmaya başladı galiba… Ben kaldım şimdi bir başıma, herkes gülüyor halime ya da acıyor bana. Ne kadar kötü biri olduğumu düşünüp acaba “ne yapmıştır?” diye soruyordur, hatta “belki hak etmiştir!” diyenler bile vardır. İşte asıl doğanın kanunu bu bence, gerçekler asla düşünüldüğü ya da olması gerektiği gibi değil. Kimse olması gereken yerde değil. herkes hak ettiğini yaşıyorsa eğer şarkıda söylediği gibi o zaman her şey yalan… Ben yaptım ve bedelini ödüyorum acımasızca hayata karşı. Ama bir gün değişirse rüzgarın yönü işte o zaman herkesin benim olduğumu sandığı yerde olmayacağım, herkese göre olmam gereken yerde değil, hak ettiğimi yaşamaya ve yaşatmaya gideceğim yerde olacağım. Umarsız bir fırtına gibi bütün dalgaları istediğim yöne savuracağım ne de olsa hayat adil. Hayat herkese hak ettiğini veriyorsa dalgalara sadece hak edenleri yutacak demektir. Korkun yersiz ey düşman! Merhametsiz, vicdansız, kendini dünyanın hakimi sanan insan! Benim için düşündüklerinin, yaptığın planların on misli ile vurur bu hayat seni… Yok, ne diyordum ben?

Terk ettiğin bu ellere muhtaç olursan bir gün, yanlış söyledim, “ihtiyaç duyarsan!” eğer bir gün tek bir nefesin yeter, emin ol ben yanında biterim o an… İşte hayat bu aslında hak ettiğini yaşamıyor insan, hayat hak ettiğini gösteriyor. Hak ettiğini alırsın kendi ellerinle, acıysa acı mutluluksa mutluluk, kendi ellerinle çeker çıkartırsın hayatın sana sunduğu raflardan, sadece bazen çok uzaktır mutluluk. Yetişmek isterken elin takılır, ayağın tökezler ve istemediğin bütün acılar, huzursuzluklar üzerine yıkılıverir. İşte budur aslında hayatın sana sunduğu. Ne istediğini bileceksin derler ya işte bundan ötürü. Aslında bütün suç senindir, bütün o acılar senin yüzünden devrilmiştir üzerine. Asıl zor olan bundan sonrasıdır, üzerine yıkılan her şeyi kaldırmalı önce bir ayağa kalkabilmelisin. Sonra baştan başlayabilmek için yere eğersin başını. Eğilirsin hayata karşı önce, üzerinden atabildiğin acıları hayatın raflarına dizersin birer birer tecrübe olarak. Bu sefer büyük bir itina ile yerleştirirsin eski yerlerine, daha sağlam daha güçlü durabilsinler bir daha üzerine devrilmesinler diye. Bir de o acıların yanında yer açmaya çalışırsın kendine, mutluluğa ulaşabilmek için yol yaparsın usulca tabi ki hayatın sana sunabildiği yer kadar. Bitirebilirsen acılarını aynı yerlerine koymayı işte bunun adı hayat dersidir. Tekrar hamle yaparsın mutluluğa bu sefer daha ürkek, daha temkinli, daha sakin, daha ümitsiz. Bir kere devrilmiştir çünkü üzerine ya acılar, korkarsın tekrar yaşamaktan o anları. Bildiğin için ayağa kalkmanın zorluğunu, tekrar ayağa kalkabilmenin sancısı düşer yüreğine ve başlar yürekten bütün vücuduna yayılmaya. Önce ellerin titrer sonra gözlerin dolar yaşla sonra bütün bedenin hissizleşir. Korku ve endişe kaplamıştır bütün vücudunu. Aslında ne güzeldi ilk defa uzanışın mutluluğa, büyümekti işte bu… Her uzanışında üstüne yıkılışını hatırlarsın ya işte her seferinde uzaklaşır mutluluk senden. Yaşlanırsın, her seferinde yorulursun, hayat beni yordu dersin. Umutsuzluk en büyük yorgunluktur insan beynine, bilemezsin, anlayamazsın ve anlatamazsın aynısını yaşayan insanlara bile garip gelir. Çünkü farklıdır her insanın düşüşü ve tırmanışı.


Sabretmeli ve dayanabilmelisin, göğüs gerebilmelisin her şeye…

Acıtmamalı mantığın yüreğini, yüreğinde daraltmamalı ruhunu, özgür bırakmalısın benliğini...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder