istanbul - Benzemez Kimse Sana


"Kız Kulesi anlatır bütün İstanbul'u
görmesini bilen gözlere, duymasını bilen kulaklara."


Acıtmaz ellerin İstanbul… sen ne edersen et bana, özün büyüktür senin. Kız Kule’n den Çamlıca’ya kaçar duyguların. Dalar oradan Boğaz’ın serin sularına bir uzatırsın başını Rumeli bir uzatırsın Kanlıca çıkar karşına. Tutar ellerinden çeker seni sonra Galata, bir anda kendini Pierre Loti’de bulursun Haliç’e karşı. Uzanır tutarsın Ayasofya’dan göz açıp kapayıncaya Sultan Ahmet, bir bakmışsın Yarım Ada almış seni içine okşuyor, masallar anlatıyor. Kah Yerin altında sarnıçtasın kah dualar okunur yüzüne Fatih’te. Şarkılar duyarsın sonra Ortaköy’den öte. Uzanırsın boylu boyunca Sarıyer’e kadar. Bırakmaz İstinye ama çeker alır aklını başından. Eserken rüzgar nefeslenirsin Baltalimanı’nda, Emirgan fısıldarken hikayelerini kulağına, içine çekersin İstanbul’u doya doya. Lale gözlü İstanbul anlatır sana destanlarını.
Kalkarsın sonra gururla ayağa acıtmaz dedik ya büyüktür onun özü. Anlamak için doğru mu söylüyor bu şehir diye, uzanırsın elinin uzandığı yere kadar, Tiran’a çıkarsın selam vermek için Rumeli’ye oradan Skoder’e, Üsküdar’a adını verdiği söylenen bu şehri dinlersin, acılarını paylaşır. Gözün takılır dağları kara Karadağ’a, görmek için özgürlüğün ne demek olduğunu Sırbistan’a verirsin arkanı geceni bir vakti, karanlık bir yolda durdurur seni gümrük görevlisi, korku ve şüphe içinde dalarsın kara dağlar memleketine, soğuktur yollar, karşılaşınca Ulcinj’le el uzatır yorgun insanları sana. Uzanırsın sende yardım etmek için elinden geldiğince, farkında değildir kimse, insanlar güleç sıcacık ama düşünceleri yorgun ve soğuktur. Sabah açınca gözlerini güneşe karşı dalarsın sokaklara ısıtmak için içini ama nafile gelir güneş, Adriatik soğuğu kucaklar seni sımsıkı, nefesini kesinceye kadar sarılır. Dağların arasından veda edersin bir parçan arkada kalarak, Roma imparatorluğu çağırmıştır çünkü seni Sezar’ın emir veren parmağıdır, Collesium da seni gladyatörlerin önüne atan. Korkuyla kaçarsın sığınırsın Vatikan’a, ağırdır havası ve istemez seni meydan, İspanyol merdivenlerinden ben buradayım dersin Roma’ya, birkaç kuruş bırakıp Aşk Çeşmesi’ne, boynu bükük Pisa’ya gidersin, ne tarafa bükmüş boynunu anlamak istercesine. İşaret eder özendiğini belli edercesine Venedik’i. Ne ketumdur ne inatçıdır koca şehir suya batmamak için çırpınır. Dönersin geri anlarsın; hürmet ediyordur Pisa aslında Floransa’ya. Kardeş gibidirler onlar görebilenlere. Milano ağlar uzaktan şımarık bir çocuk gibi göz ucuyla ilgilendikten sonra atarsınız kendinizi güneyin ihtişamına boyun eğerek. Değerlidir deniz burada. Ayrılmadan önce İtalyanlara son defa göz atarsınız San Remo’da. Parlayan bir cisim gözlerinizi alır sonra, Monte Carlo kırmızı halı serer yolunuza. Fazla kalabalık etmemek için bakar geçersiniz. Eze konuk eder sizi otağında mis kokularıyla, tam soluklanmak için otururken gözünüz takılıverir masmavi sularına Nice’in. İşte budur dersiniz, peri masalı gibi, bir deniz kızı zerafetiyle karşılar sizi. Bırakırsınız kendinizi tuzdan gözleriniz yansa da suya. Akıntı alır götürür ve takılır ayağınız Cannes sahillerinde. Kalabalık, flaşlar patlıyor kendinizi ünlü hissedersiniz burada. Film festivalinde başrol oynarsınız. Cıvıl cıvıl ışıl ışıl bir gece güzel bir uykuya gebedir. Uykuya dalmadan önce tekrar düşlersiniz o mavi suları. Bir gürültü ile uyandırır sizi zenginlerin yatları, kendinizi St. Tropez de dünya sosyetesinin içinde bulursunuz, saçlarınız darmadağın gözleriniz mahmur. Hala uykuda sanırsınız kendinizi. Uyanmak isterseniz eğer Eiffel’e tutunursunuz gökyüzünden. Yüksekliğin farkına vardığınızda gözleriniz açılır ürkersiniz ayağım yere bassın derken Seine Nehrine kulaç atarsınız. Görünce cam piramidi, arkadan seslenir size Notre Dame çanlarıyla. Uzaklaşmak için çan seslerinden ve özlediyseniz caddenizi Champs Elysee bütün ihtişamıyla açar kapılarını size, ağır ağır yürür bir şeyler atıştırırsınız. Caddenin sonu Brüksel’e açılır, gaflet basarsa yüreğinizi Antwerp’ten çikolata yiyerek ayrılırsınız Brüksel'den, doya doya özgürlüğü koklamak için Amsterdam sokaklarına. Hayat bambaşkadır, her saniye değişir duygularınız düşünceleriniz, beyniniz lunaparkta ki balerin gibi olunca kaçmak istersiniz çok ama çok uzaklara. Yorulmuş bedeniniz, karman çorman duygularınız rüyaya dalmak ister. Bir solukta geçersiniz okyanusları önce aklınıza uzaya kaçmak gelir dünyadan da uzağa. Houston Nasa’dır o zaman durağınız. Anlam veremeyince ayrılığa ve bilemeyince dünya da sevgi bu haldeyken bilinmezlikler de ki fedakarlığı kestiremezsiniz. Vazgeçersiniz, kendinize gelmek için müzik duymak ister kulaklarınız, gitar seslerini takip eder Austin’e, kulaklarınızın götürdüğü yere gidersiniz. Bundan daha iyidir Amerikan rüyası… İzlediğiniz filmleri ve oyuncularına selam vermek için gidersiniz Los Angeles’a ama sizi sahilleri çeker içine, Long Beach’ten Santa Monica’ya hatta San Diego’dan San Francisco yokuşlarına kadar adım adım gezersiniz unutmamak için. Universal Stüdyoları, Beverly Hills, Oscar Ödülleri Hollywood o kadar yorulursunuz ki. Ama yine de gece olunca yavaşlayan hayat Nevada çöllerinden gelen yüksek hava akımlarıyla değişiverir birden. “Las Vegas Baby” diye neden çığlık attıklarını düşünmenize gerek kalmamıştır artık. Acele ile Stratosfere kadar atarsınız kendinizi. Bir o yana bir bu yana derken güneş kendini gösterir. İşte o zaman bozulmasın büyüsü, dönüşmeyelim çöreğe diye arkanıza bakmadan kaçmalısınız, hani sevdiklerimizi hasta, düşmüş görmeyi istemeyiz ya onun gibi işte görmek istemezsiniz Las Vegası, güneş bütün günahları örtmeye gelmiştir çünkü. Tam dönmüşken özüne, doğudan şikayeti gelir kulaklarına tarihin. Uzanıp yakalayacağını sanırken Piramitler atar seni diğer yanına, Sharm çağırıyor der, bu kadar yer üstü harika varken su altı da var mucizeler. Nefes alabileceğinizi zannettirir size mercanlar, rengarek balıklar ne güzel dersiniz dünyanın bütün köşelerinden toplanmış insanlar gibi farklı farklıdırlar… Herşeye rağmen bütün dünyayı birleştirsen bir İstanbul etmiyor, Ey güzel İstanbul aç kollarını sarıl sen her zaman, güzel memleketim… değişmem Galata’nı Eiffel’e, Boğaz’ını Grand Kanal’a, Bağdat Cadde’ni Champs Elysee’ye, Topkapı Sarayı’nı Louvre’ye, Ortaköy’ünü Cannes’a, Taksimi’ni San Marco’ya, Rumeli Hisarı’nı Eze’ye, Ayasofya’nı Vatikan’a, Austin’i Çiçek Pasajı’na, Çamlıca’nı Chateau de Nice’e İstiklal’i Leidsestraat’a, Dolmabahçe’ni Duke Sarayı’na, İnönü Stadı’nı Collesium’a, Vapurları’nı Gondol’lara, Kalamış’ı Monaco’ya,  Los Angeles’ı SANA… J


ÖMER FARUK EREN
İSTANBUL / 17.05.2011


1 yorum:

  1. GÜZEL DUYGULARINA TERCUMAN OLMUŞ BU YAZINDAN DOLAYI TEBRİK EDİYORUM..

    ADEM BEKTAŞ

    YanıtlaSil