Cote d'Azur - En Güzel Rüya


Cannes – Nice – St. Tropez – Eze Village – Monte Carlo


Cheatu de Nice
Mavi kıyı bizim dilimizde… Gözlerinizi açınca mavi sahillere doğru, nefesinizi tutarsınız, birkaç saniye sonra aklınızı başınızdan alan bu güzelliğin kokusunu içinize çekersiniz. Müthiş bir duygudur. Güneş teninizi yakarken, rüzgâr yüzünüzü yalarken, bir anda kuşlar gibi sahilde uçarken ve kendinizi o göz kamaştırıcılıkta ki sularda serinlerken hayal edersiniz. Bu uyanmak istemeyeceğiniz bir rüyadır. Burası resimlerden meşhur sahilini gördüğünüz Chateau de Nice’tir. Nice, Fransız rivierasını tek bir resimle anlatabileceğiniz, kaleden çekilmiş resmini herkesin mutlaka gördüğü, anlatılanlar aksine güler yüzlü Fransızlarla dolu bir cennettir.

Biz kiraladığımız araba ile bütün Fransız rivierasının tadına varabilmek için uzun bir program yapmıştık kendimize. Konaklamak için Cannes’ı seçtik. İyi de yapmışız. Geceleri Nice sakinken Cannes tam tersi, geceleri hareketleniyor. Ayrıca Nice’e birçok kez gidip geldik ve sahil yolu “bitmesin!” dedirten cinsten. Cannes’ı merkezimize alıp, bu sayede, dünyanın en meşhur sayfiye yeri St. Tropez, tarih kokan Antibes, büyüleyici manzarası, atmosferi ve parfüm kokusu sarmış Eze Village, Ege kasabalarını andıran Sainte Maxime ve St. Rapheal. Ve son olarak bambaşka bir ülke, Formula 1’i ve zenginliği ile ünlenmiş Monte Carlo… Günlerce yazsam hissettiklerimi bu bölge için yine de doyamam anlatmaya ve anlatırken yaşamaya. Sorsanız nerde yaşamak istersin diye Avrupa’da, tek bir yer söylerim size o da bu bölge…


St. Tropez

Nice Plajı








 





St. Tropez Caddeleri

St. Tropez












Suyun tuzu yaksa da her yerinizi doyamazsınız Nice’de denize. Sahili çakıl taşlı olsa da, ayaklarınızı acıtsa da suya koşarken, vız gelir size. Çünkü o sihirli mavi renk tonları sizi çağırıyordur. Kim olduğunuzun önemi yoktur orda, çakılların üzerine atarsınız havlunuzu milyarder de olsanız memur da olsanız eşitsinizdir sahilde. Ama bu hissi St. Tropez, Monte Carlo ve özellikle Cannes’ta kesinlikle hissedemezsiniz. Bütün şehir ve kasabalarda ortak olan, aşkı hissedeceksiniz denize maviliğine… Şehirler de ne mi var? Gerisi fasa fiso…

Film festivali denilince akla gelir, buranın adı Cannes’dır. Kendinizi çok fakir hissedebilirsiniz bu şehirde. Bir süre sonra gözleriniz alışır ama Ferrari, Bentley ve Rolls Royce görmeye. Dikkatinizi sadece özel yapım Bugatti çekebilir. Birde plakaları… Uyanık otel görevlileri otelin prestijini arttırmak, aslında arttırmak denemez arttıracak bir şey kalmamıştır, göstermek için çekerler otelin kapısının önüne… Meşhur insanları görebilirsiniz sokaklarda ya da plajlarda. Bütün Avrupa’nın en güzel kızları da buradadır bütün yaz, belki bir yönetmen fark eder, o fark etmezse ünlü biri fark eder, o da ermezse petrol zengini bir arap fark eder diye J. Bütün gece hareketlidir, restoranlar tıka basa, arabalar ciks. Bizde kiralık Fiat Pandamızı park ederiz mutlaka bir Bentley’in arkasına, bilerek değil o kadar çok var ki, sanki ayda 500 TL krediyle dağıtmışlar.  Bende bu kadar heyecana dayanamayıp, küçük kırmızı Pandamdan da özür dileyerek, kiralayıp atladım kıpkırmızı cabrio bir Ferrari F430’a. Bütün bir gece ilgiden bıktım desem yeridir.

Lamborghini

Gümüş Kaplama Bugatti












Saatlerce aynı cadde üzerinde yürüyebilir, dondurma ya da pizza yiyebilir, ünlü mağazalarda alışveriş yapabilirsiniz, ama asla sıkılmaz ve yorulmazsınız. Festival binasının arkasından dolaşıp marinaya bakmak… O yatlar gerçekten inanılmaz. Garajlarında en az bir lüks araba olan yatlar. Birçoğunda iki tane var, şanslıysanız helikopterlisini de görürsünüz J.

Meşhur Dondurmam

Cannes’dan yola çıkıp, otoban yerine sahil kenarından kıvrıla kıvrıla yol alıyoruz. Her 100 metrede bir daracık yolda durup fotoğraf çekme savaşı her bir karesinin hakkını veriyor. Yol o kadar güzel koylardan, yamaçlardan, tepelerden geçiyor ki adeta bir rüyadayız. İlk durak St. Rapheal, şirin bir sahil kasabası, insanlar güleç, turistler keyifli, yola devam ediyoruz. Diğer durak St. Maxime… St. Tropez’e yaklaşıyoruz, açıklarda ki yatlardan anlıyoruz bunu. Güzel konser ve hediyelik eşya pazarı vardı bir akşam, hafif serinde gece. St. Tropez’e giriyoruz büyük bir heyecanla. Küçük bir balıkçı kasabası, devasa yatların yanında yol ve evler küçücük kalmış. Yatlar ufaltmış soğuk gövdeleriyle kasabayı. Kasabayı değil yatları izliyoruz, kalp atışlarımız hızlanırken. Arabayı park edip, kalabalık bir dondurmacıdan 4 top kocaman, şimdiye kadar yediğim en lezzetli ve keyifli dondurmayı alıyorum elime ve en güzel yat yarışması yapmak için yatların gölgesinde oturuyoruz. Yaklaşık yarım saatte yediğim dondurmam bitince eşim ve ben en güzel yat konusunda fikir ayrılığına düşüyoruz. Daha büyük bir dondurma alıp bu konuyu tartışmak istesem de eşim “yok artık yeme!” gözleriyle bana bakarken küçük cadde de kalabalığın içinde kayboluyoruz. Denize girmek için dünyaca ünlü plajların olduğu bölgeye gitmek için yola koyuluyoruz. Nikki, Pearl ve daha birçok meşhur plajdan birini seçip gidiyoruz, otoparkları ortak bütün plajların ve sanki Las Vegas AutoShow, o kadar yani… J Deniz müthiş, sahilde açıklara bakınca gördüğünüz manzara inanılmaz, onlarca yat. İrili ufaklı lüks yatlar St. Tropez koylarında duruyor. Yat manzarası eşliğinde o güzel denizin, şehrin dışında olduğu için sessizliğin kısaca yeryüzünde ki cennetlerden birinin tadını çıkartıyoruz. Ama deniz kıyaslaması yaparsam Nice’in denizi daha büyüleyici. St. Tropez maceramız bitip dönerken, yol üzerinde kocaman bir lunaparka giriyoruz. Gece bir başka oluyor Cote d’Azur yolları.

Eze Village ve Monte Carlo Yolu

Monte Carlo’ya yola çıkıyoruz sanki yüzyıllardır buralarda yaşıyor, bu toprakların sahibi bizmişiz gibi. Yine otobanı seçmiyor, yol üzerinde Parfüm fabrikasıyla meşhur, tarihi Eze köyüne, kale içindeki şehre çıkıp manzaranın tadına varıyoruz. Eze Village şövalye filmlerinden aşina olduğum tarzda. Tepenin üzerine kurulmuş bir derebeylik gibi bütün çevreye hakim ulaşılamaz bir noktada mucizevi bir şekilde bize bakıyor. Tarihi köye girince merdivenlerden çıkarken yüzlerce yıl öncesinde hissediyorsunuz kendinizi. Yorgunluktan nefes nefese kalmışken bir de manzara kesiyor nefesinizi. herşeyin normale dönmesi, fotoğraf çekmek aklınıza geldiği zaman oluyor. 5€ gibi bir para ödeyip çıkarken seyir terasına birbirinden ilginç bitkiler karşılıyor sizi. Burayı Monaco'ya girene kadar dilinizden düşüremeyeceksiniz. Otoyollar özelleştirilmiş, yol boyu 5 gişeden geçiyor ve avucumun içinde ki bozuklukları bana yol versin diye huni gibi kutudan, bozuk paraları sayabilen otomata atıyorum. İtalya sınırından geçip San Remo adlı kasabaya kadar gideceğiz tabi önce Monaco...


Monte Carlo
Monaco deyince Formula 1, Monte Carlo deyince kumar ve şaşalı hayatlar gelmeli akla… keyifle yürüyüp asansörlerden çıkıyorruz kayalıkların üzerine kurulmuş Monaco Prensliğine  tarihi şehre girip daracık sokaklardan geçip arka tarafta dalgaların kayalıkları dövüşünü, şehre bakınca da bir avuç biçiminde ki Monte Carlo'yu heyecanla seyre dalıyorsunuz. Küçücük şehre neleri sığdırmışlar hayret verici. Formula 1 pisti nerde demeyin heyecandan, limanda tek bir cadde var orası işte J Monte Carlo ve Casino limanın diğer tarafında selamlıyor sizi. Zenginlik arabalardan göze çarpıyor sadece. Küçüklüğüne oranla etkisi ve cazibesi çok büyük.

San Remo
Casino
Bütün bu zenginlikleri geride bırakıp, Fransız rivierası İtalya sahillerini de etkilemiş mi? Diye bakmak için sınırdan geçip San Remo’ya uğruyoruz. Şansımıza İtalya’nın meşhur el yapımı seramik tabaklarından alıp arkamıza bile bakmadan rüyamıza geri dönüyoruz.



Derler ya en uzun rüyalar 3-7 saniye sürer diye, bizim ki bir hafta sürdü. Güneşin sıcaklığını, maviliğin doyumsuzluğunu hala hissediyorum içimde. Fotoğrafların şiirine bakıp kendimi avutuyorum.

Ömer Faruk EREN
Fransa 2010

1 yorum:

  1. Cok güzel bi yer...hasta oldum bende oraya...sanirim 10 kez gittim oralari. selamlar.

    YanıtlaSil